DÜNYADA VE TÜRKİYEDE GENÇ İŞSİZLİĞİ: 2009 KÜRESEL EKONOMİK KRİZİ AÇISINDAN KARŞILAŞTIRMALI BİR BAKIŞ
Sosyal Bilimler Enstitüsü
I. Sosyal Bilimler Lisansüstü Öğrenci
Konferansı
6 Ocak 2016, İstanbul
Ahmet Tuğrul ÖZEK[1]
Özet:
Bildirimizde, Türkiye de ve dünyada ciddi
bir problem olarak karşımıza çıkan genç işsizliği üzerine odaklanacağız. Güncel
veriler üzerinden genç işsizliği ve güncel ekonomik krizin (2008–2009 küresel
ekonomik krizi) genç işsizliği sorunu üzerine etkilerini Türkiye ve dünya ülkeleri
ile karşılaştırmalı olarak inceleyeceğiz. Bildirimizin ilk kısmında küresel
ekonomik krizin genç işsizlik üzerine etkilerini güncel veriler üzerinden
bulmaya çalışacağız. İkinci kısımda Türkiye’deki ve dünyadaki genç işsizliğini
ilginç bulgularla karşılaştıracağız. Son olarak da Türkiye’nin genç işsizliği
sorununu daha detaylı olarak farklı boyutlarıyla tartışacağız.
Anahtar
kelimeler: Genç
işsizliği, işsizlik, kriz.
Abstract:
In our bulletin, we will focus on youth
unemployment in the world and Turkey. We try to discuss youth unemployment with
current data and we try to eliminate the effect of current global crisis on
youth unemployment in the world and also in Turkey comparatively to other
countries. In first section, we try to find the effect of global crisis on
youth unemployment in the world with our current data. Secondly, we will try to
compare Turkey’s youth unemployment with other countries in the world with
interesting findings. And lastly we will focus on Turkey’s youth unemployment
more detailed data that show rural and urban, men and women’s youth
unemployment.
Keywords: Youth Unemployment, unemployment, economic
crisis.
1. GİRİŞ
İşsizlik
halen gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin yüz yüze olduğu temel problemlerden
bir tanesidir. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) bu gün itibari ile dünyada 73
milyon genç işsizin bulunduğunu ve genç olmayanlara oranla 3 kat daha fazla
işsiz bulunduğunu bildiriyor ve bunların kayıp bir nesil oluşturabileceği
konusunda uyarıda bulunuyor. İşsizlik terör, toplumsal karışıklıklar, aile
kurumunun sarsılması, vb. çok büyük sonuçları olan küresel bir problemdir.
Aslında günümüzde krizler özellikle gençleri daha çok etkiliyor bunun tabi bir
sonucu olarak da durgunluk dönemlerinde genç işsizliği görece daha fazla
artıyor. “Genç işsizliğinin önde gelen nedenleri arasında, genç olarak kabul
edilen 15–24 yaş grubu arasında eğitime katılma oranının artması, yeni işler
yaratılamaması, tecrübe yoksunluğu, gençlerin niteliklerinin işgücü piyasasının
ihtiyaçlarına cevap verememesi sayılmaktadır. Sayılan nedenlerden gençlerin
eğitime katılma oranının artması dışındakilerin, belli politikalarla çözülmesi
mümkün olmasına rağmen çözülmemesi/çözülememesi, küresel işsizlikten en fazla
gençlerin etkilenmesine neden olmaktadır.”(Erdayı, Çalışma ve Toplum 2009/3)
Genç
işsizliği, gençlerin ve tabi ülkelerin geleceği açısından çözülmesi zorunlu bir
sorundur. Çünkü söz konusu sorun, hem gençlerin tüm hayatını etkileyen
bozukluklara, hem de ülkelerin geleceği açısından telafisi mümkün olmayan
beşeri sermaye kaybına neden olmaktadır. Bunların yanında, genç işsizliği
sosyal sonuçları itibariyle çok boyutlu bir nitelik taşımaktadır. (ILO, Global İstihdam
Trendleri, 2015) Yapılan incelemelerde görülmektedir ki ekonomik büyüme
doğrudan doğruya genç işsizliğini azaltıcı bir etki göstermemektedir. Yani
ekonomik büyüme gençlerin istihdam sorununu çözmede yetersiz kalmaktadır. Bu
nedenle ülkelerin, genç işsizliği ile mücadelede ulusal politikaları devreye
sokması veya var olan ulusal politikaların etkinliğini arttırması
gerekmektedir.
2. YÖNTEM
Finansal
kriz ana göstergeleri, faiz oranlarındaki artış, belirsizliklerdeki artış,
menkul kıymetler borsasının çökmesi ve bankacılık sektöründeki sorunlar,
enflasyon oranlarında artış, para ikamesindeki artış beklentisi olarak ele
alınmaktadır. Finansal krizlerin doğacağına ilişkin ön göstergelerin başında
reel kurun aşırı değerlenmesi, M2 para arzının uluslararası rezervlere olan oranında
ve cari açıkların milli gelire (GSMH'ya) oranında aşırı yükselmeler
gelmektedir(Eren ve Süslü,2001:662). Genel kabul görmüş kriz göstergeleri: Cari
açık/gayri safi milli hasıla oranı, bütçe açığı/gayri safi milli hasıla oranı, reel
döviz kurundaki artış, Merkez Bankası döviz rezervleri ve para arzındaki artışlar
olarak açıklanmaktadır (Uygur, 2001.14-17; Toprak, 2001:863-864). Tüm bu
göstergelerin reel ekonomik etkileri milli gelir düşüşleri ve buna paralel
olarak büyüme hızlarının düşmesini ele almaktayız. Çalışmamızda yöntem olarak
ekonomik kriz tabiriyle yukarıdaki göstergeler dikkate alınmış ve bunların
kırıldığı noktalarda ekonomik kriz yaşandığı varsayılmıştır.
Literatürde
tek bir yaş aralığında genç tanımı bulunmamaktadır. Çeşitli kaynaklar ve
kurumlar genç grubunu 12-24, 12-26 tanımlarken Birleşmiş Milletler (UN) ve
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO), Uluslararası
Çalışma Örgütü (ILO) ve Dünya Bankası (WB) gençliği 15-24 yaş grubunda
bulunanlar olarak tanımlanmaktadır. Çalışmamızda genç ifadesi içerisinde bu yaş
grubunu değerlendirmekteyiz.
İşsizlik
kavramında ise yine ILO’nun tanımı esas alınarak işsizlik bilgisinin toplandığı
dönemde işi bulunmayan, işe başlamaya istekli ve hazır ancak iş arayıp
bulamayan kişiler işsiz olarak kabul edilmektedir. Belirli dönem iş arayıp
bulamamış ve bundan dolayı iş bulma ümidini kaybederek aramaktan vazgeçmiş
–yılmış- kişiler işsiz olarak görülmemektedir. Bununla birlikte Türkiye
İstatistik Kurumu’nun temel olarak kabul ettiği ve işsizlik oranını hesapladığı
yaklaşım aynıyla çalışmada esas alınmıştır. Şöyle ki; referans dönemi içinde çalışmakta
olmayan (kâr karşılığı, yevmiyeli, ücretli ya da ücretsiz olarak hiç bir işte
çalışmamış ve böyle bir iş ile bağlantısı da olmayan) kişilerden iş aramak için
son üç ay içinde iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve 15 gün içinde
işbaşı yapabilecek durumda olan kurumsal olmayan, çalışma çağındaki tüm kişiler
işsiz nüfusa dâhildirler. Ayrıca işsizlik oranı hesaplamasında; işsiz nüfusun
iş gücü içerisindeki oranı esas alınmaktadır ki bu da işsiz nüfus / işgücü ile
hesaplanmaktadır.
3. BULGULAR
Tayland
hükümeti 8 Aralık 1997 de en büyük 58 finans kuruluşundan 56’sını kapattığını
açıkladı. Tayland yerel para birimi bahtın bir gecede aniden düşüşü sonucunda
finans kuruluşları iflasa sürüklendi. Borç olarak aldıkları çok büyük miktardaki
ABD dolarını yerel firmalara kredi olarak dağıtarak bunlarla fabrikaların, lüks
konutların ve iş merkezlerinin yapılmasını sağlamışlardı. Tüm sistem güven
içerisinde ilerlemekteydi. Tayland hükümeti sabit kur uygulamasını belirlemişti,
ancak baht üzerindeki uluslararası spekülasyon ve hükümetin politikaları
uygulama yönündeki güçsüzlüğünün anlaşılmasıyla birlikte baht dolar karşısında
%30 değer kaybına uğradı. Bu, borç alanlar için kötü haberdi, artık aldıkları
her bir ABD dolarına karşılık %30 daha fazla baht ödemek zorunda kalacaklardı. (Türkiye
de 2013 Ocaktan 2016 Ocağa kadar TL dolar karşısında %65 oranında değer
kaybetti ancak Tayland’daki kadar şiddetli bir sarsıntı ve ekonomik çöküş
yaşanmadı. Çünkü Tayland ekonomik kriz açısından yeterli deneyime sahip
değildi, Türkiye 1999 küresel ekonomik krizinde yaşadığı büyük çöküş ardından
finans sektöründe doğru kurul ve kuralları yerleştirmeyi başarmıştı. Halen bazı
ayrıcalıklı iş adamları ve siyasetçi yakınlarının aksine hane halkı için son
derece katı bir kredi politikası uygulanmaktadır. Aynı zamanda Türkiye uluslararası
krizlerde ayakta kalabilmeye imkân sağlayacak seviyede rezerv miktarına sahip
bulunmaktaydı. Bununla birlikte 3 yıllık bir süreçte yaşanan değer kaybına
mukabil hem iç hem de dış piyasada yatırımcılarda istikrarın yeniden
sağlanacağı ve yapısal reformların yapılabileceği yönünde beklentiler
sürmekteydi. Eğer bu değer kaybı Tayland ve diğer kriz yaşayan ülkelerdeki gibi
kısa sürede gerçekleşmiş olsaydı daha da ağır bir çöküş kaçınılmaz olurdu.) Yerel
firmalar finans kuruluşlarına, finans kuruluşları da dış alacaklılarına
borçlarını ödeyemedi. Böylece sorunsuz işliyor gibi görünen sistem çöktü ve bir
gecede on binlerce ofis çalışanı işsiz kaldı.
Küreselleşme
çağının ilk finansal krizini başlatacak olan yukarıdaki süreç adeta bir domino
etkisi yaptı. Bu günlerde (2016) dünyanın büyümede motor vazifesini gören
Çin’in yerinde o dönemde Asya Kaplanları (Malezya, Tayvan, Tayland, Endonezya
ve Güney Kore) vardı. Dünyanın motorunun çalışmasına adeta bir çomak sokulmuş
gibi yatırımcıların güvensizlik duyması sonucu tüm sermaye güvenli limanlara
doğru kaçmaya başladı. Kaçmayanlar ise yüksek riske karşılık yüksek faiz
oranları talep ettiler. Takip eden süreçte Güney Doğu Asya ülkelerindeki
üretimin hızının düşmesine bağlı olarak emtia talepleri azalmaya buna mukabilde
fiyatlarında düşüşler yaşanmaya başladı. En önemlisi de ham petrol fiyatlarında
ciddi şekilde düşüşler ortaya çıktı. Güneydoğu Asya da yaşanan finansal krizin Rusya’ya
sıçramasına düşen ham petrol fiyatları sebep oldu. Rusya’nın gelirlerinin büyük
bölümü petrol ihracına dayalıydı bununla birlikte gelir üretebilen firmalar
ayrıcalıklı olduğundan vergi ödemiyordu. (Türkiye de 2015 yılında açıklanan
vergi rekortmenleri listesindeki ilk 100 isim 518 milyon TL vergi öderken,
hükümet hayırsever olarak addettiği ve ayrıcalıklı tuttuğu 3 iş adamının 608
milyon TL vergi cezasını affetti.) Ayrıca Rusya kalitesiz ve katma değersiz
üretim yapısından dolayı ancak IMF’nin desteği ile ekonomiyi yürütebilmekteydi.
Dış kredi bağımlısı haline gelen Rus ekonomisi ham petrol fiyatlarının düşmesi
ile çıkmaza girdi. Sıcak para akışını devam ettirebilmek için ruble
tahvillerinin faizini %20 den %50 ye ardından %70 e çıkarttı. IMF’nin kendilerini
koruyacağını ümit eden yabancı yatırımcılardan bazıları kaynak aktarmaya devam
ettiler. Ancak IMF yapısal problemleri hat safhada olan Rusya’dansa kredileri Güneydoğu
Asya ülkelerine aktarmayı ve o ülkeleri kurtarmaya çalışmayı tercih etti. 17
Ağustos 1998 yılında Rusya devalüasyon yaptı ve alacaklılarla hiçbir çözüm
planlaması yapmaksızın tahvillerde tek taraflı konsolidasyona gitti. Bunun
üzerine korkunç zararlara uğrayan yatırımcılar ve fon sahipleri bu kayıplarını telafi
edebilmek için dünyanın yükselen piyasalarındaki tüm likit varlıklarını satmaya
başladılar. Yükselen piyasalarda başlayan bu panik havası uluslararası
piyasalara ve IMF’ye göre işleri iyi yürütmekte olan Brezilya ekonomisini de
derinden sarstı. Menkul kıymetler borsasında ve devlet tahvillerinde bir çöküş
yaşandı kaçışı durdurabilmek için faiz oranları %40’a kadar çıkartıldı ancak
güvenli olarak görülen piyasalara doğru kaçış durdurulamadı. USA Today 1998 de
doğru bir tespitle şöyle diyordu. “Sorunlar bir kıtadan diğerine bir virüs gibi
yayıldı. ABD piyasaları anında tepki verdi; … Berber dükkânlarında bile artık
Tayland Bahtı konuşulur oldu.” İlk dönem küreselleşme demiryolu ağlarının
gelişmesi ve hızlanması, sınır komşuları arasında ticaretin artması, kıtalar
arası iletişim imkânlarının ortaya çıkması, malların uzaklara taşınmasının
kolaylaşması olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak son dönem küreselleşme tam
olarak sınırların ortadan kalkması ve Güneydoğu Asya kıyısında kanat çırpan bir
kelebeğin Pasifik okyanusunda tufanlara sebep olabildiği bir hal aldı.
Telekomünikasyon maliyetlerinin düşmesi, sermayenin önündeki tüm engellerin
kalkması, uydu antenleri, fiber optik teknolojisi ile şirketler artık üretim,
araştırma ve pazarlama faaliyetlerini farklı kıtalarda konumlandırabilmektedir.
Buda istihdam açısından hem yeni fırsatlar hem de yeni tehditler ortaya
çıkartmıştır.
2008
yılı sonlarında ve 2009 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde çok şiddetli bir
finansal kriz yaşandı bu dönemde GSYİH 2008 yılında bir önceki yıla göre hiç
artmazken, 2009 yılı sonunda aynı düzeyde de kalamadı ve 2,6 % oranında
geriledi. ABD’de yaşanan bu son kriz daha öncekilere göre farklılık arz ediyor.
Öncelikli olarak diğer ekonomik krizlerden farklı olarak tüm dünyaya ekonomik
sistemini (kapitalizm /vahşi rekabetçilik) ihraç eden ve kurduğu kurumlar ile
(İMF, Dünya Bankası) bu sistemin yan unsurlarının sağlamlaştırılması için
güncellemeler ve geliştirmeleri dikte eden ABD krizin kaynağıydı. Fon
sahiplerinin ve bankaların daha fazla kazanma isteği gayrimenkul piyasasının
aşırı yükselmesine ve bozulmasına sebep oldu. İyice düşen faiz oranları ile tüm
yurttaşlar için gevşek kredi koşulları uygulanmaya başlandı. (Hatta o dönemde
ABD’de yaşayan bir arkadaşım çeşitli bankalara elli bin ABD doları borcu
bulunmasına ve bu borcu ödeyememesine rağmen sürekli farklı bankalardan kredi
alması için tekliflerin yapıldığını anlatmıştı.) Düşük gelirlilere ve ödeme imkânından
yoksun bulunanlara finans kurumları –ödeme yapamayacaklarını bilmelerine
rağmen- yüksek faizler ile krediler verdiler. Bu kredilerden elde edecekleri
faydaları alt piyasalarda yine faiz karşılığı satmaya devam ettiler. Oluşan
devasa balon en sonunda patladı. ABD’liler net servetlerinin dörtte birini
kaybettiler, –belki de bu yalnızca balonun şişiğiydi ve sönerek normale döndü- ABD
borsası (S&P 500) %45 değer kaybetti. 2006’daki tepe noktasına göre gayrimenkul
piyasası %20 değer kaybetti. Hane halkının yatırım yaptığı emeklilik fonları
%22 oranında değer kaybına uğradı.
Dünya
Bankası verilerine göre 2006 yılında %4,1 olan dünya ekonomik büyüme oranı 2007
yılında 3,3%, 2008 yılında -0,7% ve 2009 yılında yine -0,7% olarak gerçekleşti,
krizin yapılan müdahaleler ile aşılması ile 2010 yılında dünya büyümesi yeniden
4,3% olarak gerçekleşti. (ABD ekonomisinde rekabet edemeyen ve iyi yönetilmeyen
firmaların batması ve daha yenilikçi daha üretken daha rekabetçi yeni firmalara
kaynakların aktarılması esas alınırken bu krizde alınan kararlar ile kurtarma
paketleri devreye sokularak bazı yatırım firmaları ve bankalar batmaktan
kurtarıldı.) Aynı dönemde Türkiye 2007 yılında 5,7%, 2008 yılında -0,7%, 2009
yılında tam anlamıyla bir dip yaşayarak -4,3% oranında gerçekleşmiş ve 2010
yılında küresel piyasalarda yaşanan düzelmeye paralel olarak %9,6 oranında
büyümüştür. Türkiye’nin büyüme yönünde dünyadan –gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerden- pozitif yönde ayrışması ve daha fazla büyümesi beklenen ve istenen
bir durum olmakla birlikte daralma dönemlerinde dünyadan negatif yönde çok
yüksek oranda ayrışmakta olduğu gözlemlenmektedir. ABD de ortaya çıkan kriz
sonucu daralan ekonomi, hane halkının tüketimi azaltması ile kendisini
gösterince, dünyanın sanayi sitesi olarak görülebilecek Çin’in büyümesi (2005 /
9,6%, 2006 / 10,1%, 2007 / 12%) 2008 yılı sonunda kendi performansından son
derece gerilere düşerek 3,4% oranına kadar gelmiştir. (Gelişmiş ülkelerin
büyümesine bakıldığında genellikle %3 ve aşağısında olduğu gözlemlenmektedir,
bu ülkeler refah seviyesi ve kişi başına düşen gelirde zaten belirli bir
olgunluğa eriştiğinden daha fazlasına yükseltmek daha zordur. Türkiye gibi
gelişmekte olan ülkelerin en az %6 ve daha fazlası büyüyerek gelişmiş ülkeleri
yakalaması gerekmektedir. Yani yüz bini, yüz on bin yapmak dokuz bini, on bin
yapmaktan daha zordur.) Milli gelir artış oranlarındaki seyri gelişmekte olan
(Arjantin, Brezilya, Çin, Hindistan, Endonezya, Güney Afrika) ve gelişmiş
ülkeler (Birleşik Krallık, ABD, Fransa ve Almanya) için aynı şekilde
gözlemlenmektedir.
Kriz
göstergelerinden olan bir diğer unsur ise ülkelerin sahip olduğu toplam ABD
doları rezervleri olarak ele alınmaktadır. Yine dünya bankasından alınan
veriler ışığında Türkiye’nin toplam rezervlerinin 2007 yılında 76 milyar dolar,
2008 yılında 74 milyara düştüğü ve 2009 yılında da 74 milyar dolar tutarında
gerçekleştiği görülmektedir. Ancak gelişmekte olan ülkelerin tümü için aynı
seyrin söz konusu olduğu söylenemez. Bazı yükselen ekonomiler kriz dönemini
kendisi için bir fırsata dönüştürmüş ve rezervlerini artırmanın, yatırımcıların
ilgisini çekmenin yollarını bulmuşlardır. Çin, Brezilya ve Hindistan bu
ülkelerdendir. Ancak Türkiye, Arjantin, Güney Afrika ve Endonezya’nın küresel
ekonomik kriz sürecinde rezervlerinin azaldığı gözlemlenmektedir. Gelişmiş
ülkelerde ise krizin kaynağı olan ABD dışındakiler yani Birleşik Krallık,
Almanya ve Fransa’nın rezervlerinin kriz sürecinde düştüğü anlaşılmaktadır. Küreselleşme
bağlamında yukarıdaki bilgiler ışığında tüm dünyada işlerin pekte iyi gitmediği
ve 2008 yılı sonu ve 2009 yılında küresel ekonomik kriz yaşandığı rahatlıkla söylenebilir.
Dünya
Bankası verilerinden genç işsizlik durumuna baktığımızda 2006 yılında 18,4%
olan Türkiye genç işsizlik oranının 2009 yılında 24,5% oranına yükseldiğini
görüyoruz. Benzer şekilde 2007 yılında 12,5% oranında olan dünya genç işsizliği
2009 yılında 13,7% oranına gelmektedir. Ne yazık ki genç işsizliği 2014 yılında
Türkiye’de 17,7%, Dünyada ise 14% oranında gerçekleşerek yüksek seviyelerde
devam etmektedir. (ILO’nun açıkladığı genç işsizlik oranları aynı tanımları esas
almalarına rağmen kapsama alanlarının farklılığından dolayı farklılık arz
etmektedir.) Gelişmekte olan ülkelere baktığımızda kriz döneminde Türkiye’nin
yanı sıra Brezilya, Arjantin, Çin, Hindistan ve Güney Afrika’da genç işsizlik
oranının artarken yalnızca Endonezya’da oranın düştüğü görülmektedir. Dünya
Bankası verilerine göre gelişmiş ülkelerde de benzer şekilde 2008-2009
yıllarında genç işsizlik oranlarında artış olduğu gözlemlenmektedir. Birleşik
Krallıkta 2007 yılında 14,5% olan oran 2009 yılında 19,1% seviyesine yükselmiştir.
ABD’de 10,8% olan oran 17,9%ye, Fransa’da 18,9% olan oran 22,9%’a ve Almanya’da
bunlardan farklı olarak oran 11,6% dan 10,9%’a gerilemiştir. Burada uygulanan
doğru ve etkin istihdam politikaları olabileceği gibi gençlerin iş gücüne
katılma oranının düşüklüğünün de etkisi olabilir. Ancak her halükarda kriz
döneminde dahi olsa Almanya oran bazında gençleri istihdam etmede başarı
göstermiştir. 2014 yılı oranına bakıldığında da incelenen gelişmiş ülkeler
arasında genç işsizlik oranı en düşük olan 7,6% ile Almanya’dır.

Genç
işsizliği ve işsizlik oranları aynı dönemler içerisinde karşılaştırıldığında
genç işsizliği sorununun daha ciddi boyutlarda olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye’de
genç işsizlik oranı sürekli normal işsizlikten yüksek seviyede seyretmektedir.
TÜİK’ ten alınan verilere göre krizin en çok hissedildiği 2009 yılında işsizlik
oranı 14,7% iken genç işsizlik oranı 24,5% olmuştur. Krizin etkilerinin en
düşük seviyeye geldiği 2012 yılında işsizlik oranı 9,5% seviyesine gerilerken
genç işsizliği ancak 13,5% seviyesine kadar gerileyebilmiştir. Ne yazık ki 2012
yılı sonrasında her ikisi de yukarı yönlü hareketi sürdürmüştür. Dünya
Bankasından alınan verilere göre dünyada da benzer şekilde genç işsizlik oranı
işsizlik oranından yüksek seviyede seyretmektedir. 2009 yılında işsizlik oranı
6,3% iken genç işsizlik oranı 12,9%’a kadar yükselmiştir. 2011 yılı itibariyle
işsizlik oranı iyileşmeye başlayarak 6% seviyesine gerilerken genç işsizlik
kriz seviyesinde yani 12,9% oranında kalmıştır. 2014 yılı itibariyle işsizlik
oranı 5,9% oranına inerken yine genç işsizlik oranı daha da yükselerek 13%
oranına –kriz döneminden daha yüksek bir seviyeye- çıkmıştır. İstihdama katılım
oranının düştüğü ve buna bağlı olarak da işsiz gençlerin sayısının kriz öncesi
döneme göre daha az olduğu ifade edilmesine (İLO İstihdam Eğilimleri
Raporu,2015) karşın istihdam gücü içerisinde bulunan gençlerin büyük bir
oranının halen işsiz olduğu aşikârdır. Bu da tüm dünyada genç işsizlik
sorununun etkin şekilde ele alınmadığını ve çözüm geliştirilemediğini
göstermektedir.
Dünya
Bankası verilerinde hem işsizlik hem de genç işsizlikte kadın işsizlik
oranlarının erkeklerden daha yüksek olduğu görülmektedir. Türkiye’de ilginç
olarak krizin etkilerini derinden hissettirdiği 2009 yılında genç işsiz
kadınların oranı erkeklerin oranından daha düşük seviyede gerçekleşmiştir.
Bunun sebebi genç kadınların iş gücüne eklemlenmesindeki zorluklar olabileceği
gibi kriz dönemlerinde genç erkeklerin işlerini daha büyük oranda kaybetmeleri
de olabilir. Dünyada kadın genç işsizlerin oranı 2007 yılında 13,9% iken 2009
yılında 15%’e çıkmış ve sonrasında da bu seviye üzerinde kalmıştır, 2014 yılı
itibariyle de daha da yükselerek 15,6% oranına gelmiştir. Dünya genç erkeklerde
işsizlik oranı ise 2007 yılında 11,9% iken 2009 yılında 13,3% seviyesine
yükselmiş ve 2014 yılında bu seviyeyi de geçerek 13,5% oranına gelmiştir. Dünyada
genç işsizliği oranının azaltılamadığı sonucuna ulaşabiliriz. Türkiye kadın ve
erkek genç işsizliği 2014 yılında dünyanın aksine kriz öncesi ve hatta daha
düşük seviyelere gerilemiştir. 2007 yılında genç kadınlarda işsizlik oranı
20,1% iken 2014 yılında 19,9% oranında ölçülmüştür, benzer şekilde genç
erkeklerde işsizlik oranı 2007 yılında 19% iken 2014 yılında 16,6% oranında ölçülmüştür.
Ancak Türkiye’nin dünyanın aksine genç nüfusunun ve dolayısıyla iş gücüne
katılım oranının yüksek olmasından dolayı oran düşük olsa bile işsiz kadın ve
erkeklerin sayısı kriz öncesi durumdan daha fazladır.
ILO’nun
8 Ekim 2015’te açıklanan Gençlikte
Küresel İstihdam Eğilimleri 2015 raporuna göre 2007 ile 2010
yılları arasındaki hızlı işsizlik artış döneminin ardından küresel genç işsizliği
oranı yüzde 13’e oturmuş görünmektedir; ancak bu oran hala kriz öncesindeki
yüzde 11,7’lik oranın hayli üzerindedir. Rapor ayrıca toplumsal cinsiyet
açısından sürüp giden bir eşitsizliğe de işaret etmektedir. Genç kadınların
işgücü piyasasına katılım oranları birçok bölgede genç erkeklere göre önemli
ölçüde daha düşüktür. Ayrıca genç kadınlar genç erkeklere göre işsiz kalmaya
daha açık durumdadır.
Türkiye
genç işsizlik sorununun eğitim seviyelerine göre durumunu TÜİK verilerine göre
incelediğimizde ilginç sonuçlar ile karşılaşıyoruz. Okuma yazma bilmeyen, okuma
yazma bilen fakat bir okul bitirmeyen, ilkokul, ilköğretim ve ortaokul veya
dengi meslek okulu mezunları arasındaki işsizlik oranlarının ortalamasını,
genel lise ve lise dengi meslek okulu mezunlarının ortalamasını ve yüksekokul
veya fakülte mezunu olan gençler arasındaki işsizlik oranlarını
değerlendirelim. Tüm yıllarda düşük seviyede eğitim almış ilk grup içerisinde
işsizlik oranlarının daha düşük olduğunu görüyoruz. 2008 yılında yükseköğrenim
alan gençler arasında işsizlik oranı 29,8% iken düşük eğitimli gençlerde bu
oran 16,3%, orta eğitimli gençler arasında ise 22,9%dur. 2009 yılında yüksek
eğitimli gençler arasında işsizlik oranı 33,2% oranına çıkarken, orta
eğitimlilerde 29,1% ve düşük eğitimlilerde 20,9% olarak gerçekleşmiştir. 2010
yılında yaşanan toparlanma ile birlikte düşük ve orta eğitimli gençler
arasındaki işsizlik oranları yaklaşık beşer puan düşerek 15,8% ve 25,2%
oranlarına gelirken, yüksek eğitimli gençlerde bu oran ancak 32,5% ye kadar
düşürülebiliyor. Kriz döneminde yüksek eğitimli gençler arasında işsizlik oranı
düşük ve orta eğitimlilere nazaran çok fazla yükselirken toparlanma döneminde
diğerlerinde olduğu kadar net iyileşmeler yaşanmıyor. İşsizlik oranı en fazla yükseköğretim
alan bireyler arasında artıyor. Nisan 2014 ile Nisan 2015 arasında toplam işsiz
sayısı yıllık bazda 9,4% artarken, yükseköğretim mezunları arasında bu oran
24,7% olarak ölçüldü. Yükseköğrenim gören gençlerin istihdamına yönelik ilave
tedbirlerin alınmasının gerekliliği ortadadır.
Son
olarak Dünya Bankası verileri üzerinden Türkiye’nin yıllık milli gelir artış
oranı ile genç işsizlik oranı arasında yapılan lineer regresyon analizinde
2000-2014 yılları arasında %5 gibi çok düşük bir ilişki bulunduğu ortaya
çıkmaktadır. (Korelasyon Katsayısı=0,044) Bu da bağımlı değişken olarak ele
aldığımız genç işsizlik oranının değişiminin her 100 tanesinden ancak 5 tanesinin
bağımsız değişken olan milli gelir artış oranı ile açıklanabileceği anlamına
gelmektedir. Ayrıca %95 güven aralığında “p” değeri (olasılık) 0,05 ten büyük
çıktığından iki veri seti arasında istatistiki açıdan anlamlı bir ilişki
olmadığı sonucu ortaya çıkıyor. Buna ilave olarak, veriler üzerinde yaptığımız
incelemede şunu rahatlıkla görüyoruz ki büyümenin yüksek olduğu dönemlerde genç
işsizlik oranı belirgin şekilde düşmüyor ancak daralma yaşandığı dönemlerde
dramatik bir yükseliş ortaya çıkıyor. Ele aldığımız 2008 ve 2009 yıllarında
milli gelir artış oranları -0,6% ve -4,3% olarak gerçekleştiğinde genç
işsizliği 2008 yılında önce 19,9% oranına ardından da 24,5% oranına yükseliyor.
2002-2005 yılları arasında iyi bir ivme yakalayarak ortalama %8,6 büyüyen
Türkiye buna karşılık genç işsizliği oranını 19,2% altına indirememiştir. Evet,
istatistiki olarak karşılaştırılan bu iki veri arasında açık bir ters orantı olmadığı
görülüyor. Büyüme hızı genç işsizliği aşağı doğru çekmeye yetmiyor. Ekonomik
daralma yaşandığı dönemlerde istihdamda tutundurma ile genç işsizlik
oranlarının en azından artmasının engellenmesi, büyümenin de genç istihdamını arttıracak
istihdam dostu unsurlar ile sağlanmaya çalışılması gerekmektedir.
4. TARTIŞMA VE SONUÇ
Neden
üniversite öğrenimi görüyoruz? Neden deneyimli ve yetkin bir profesyonel
olmanın en önemli şartı bir alanda belirli bir süre çalışarak tecrübe sahibi
olmak olarak görülüyor? Toplumlar ve bireyler sosyal statüleri nasıl kazanır ve
statülerini bir üst basamağa nasıl çıkartırlar? Tüm bu sorulara cevap ararken
akla Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘bir milletin temeli kültürdür’ sözü geliyor.
Kültürün ne olduğu sorulduğunda ise dil ve dindir diyerek cevaplandırıyor. Toplumda,
iş hayatında insanların birbirini anlayabilmesi, gelişime yönelik adımlar
atabilmesi için dil unsuru çok önemlidir, keza bir meslekte uzun süre deneyim
kazanmakta kişinin o alanla ilgili literatüre hakim olmasını ve meslektaşları,
kamu otoriteleri, müşterileri, tedarikçileri, üst yönetim ve patronları ile
aynı dili konuşabilmesini sağlamaktadır. Gençlerin iş hayatında yer almaları,
deneyim kazanmaları sosyal hayat içerisinde meslekleri ile kendilerini
gerçekleştirmelerini sağlamaktadır. Doğal olarak da toplumun gelişmesine katkı
sağlamaktadır. İkinci olarak Türkiye toplumunda evlenmek ve çocuk sahibi olmak bireylerin
toplumsal alanda var olması, kendini gerçekleştirmesi ve ispat etmesi için şiddetle
tavsiye edilmekte ve desteklenmektedir. İş sahibi olmak toplumun bireyden
beklentilerini karşılaması ve şuur altında yatan toplumsal bilinci
gerçekleştirerek gelişmesi ve toplumun aile yapısının sağlamlaşması ile
gelişmesinin önünü açmaktadır. Üniversite eğitimi almış, teknik ve teorik
bilgiye haiz ancak iş bulamayan bir gencin kültür gelişimi açısından –en
azından toplumsal bakış açısına göre- eksik kalacağı ve bunun gelecek yıllar
adına genç işsizliği problemi ile karşı karşıya bulunan toplumların karşında en
büyük problem olarak ortaya çıkacağı söylenebilir. Kültür gelişmiyor ve
geleceğe aktarılamıyor denilebilir.
Ülkelerin
ekonomik refahının bütüncül olarak arttığı ve yaygınlaştığı gibi krizler de
bütün toplumları sarsmaktadır. Türkiye de şu anda (2016) dünyaca ünlü
firmaların onlarca fabrikasında katma değerli üretimler, nispeten –dünya işgücü
piyasasına göre- ucuz iş gücü olarak Türk gençliğinin kabiliyetleri ile gerçekleştirildiği
gibi bu üretimin veya hizmetin daha ucuz ve güvenlikli farklı ülkelere
kayabileceği dikkate alınmalıdır. Şehir rekabeti konusunda uzmanlaşmış Doç. Dr.
Melih Bulu, pek çok İngiliz firmasının çağrı merkezinin konumlandırıldığı
Hindistan da yaşayan bir genci anlatmıştı. Bu genç Hindistan’ın iyi
üniversitelerinden birisinden mezun iki yabancı dili iyi derecede konuşabilen
uluslararası kargo taşımacılığı yapan bir firmada çalışan birisiydi. Aylık
kazancı o dönem için (2008) yalnızca 100 ABD doları seviyesindeydi ve bu
gelirle ailesi ile birlikte şehrin dışında bir banliyöde tek odalı bir evde
yaşamaya imkan bulabiliyordu. Tüm mahalleli tek bir ortak tuvaleti kullanmak
zorundaydı ve maalesef mahallenin ortasından açıktan kanalizasyon geçmekteydi.
Bu genç Türkiye iş gücü piyasasında belirlenen ücret haddinin çok daha düşüğüne
çalışmak ve cennet olarak gördüğü bu ülkede yaşamak için elinden gelen her şeyi
yapmaya isteklidir. Artık küresel iş
gücü rekabeti söz konusudur veya söz konusu olmak üzeredir denilebilir. İş
bulma azmi ve kararlılığı içerisinde bulunan gençlerin bu unsurları mutlaka
dikkate alması gerekmektedir.
Yalnızca
tek bir devletin değil –günümüz dünyası artık son derece bütünleşik durumdadır-
devletler toplulukları genç işsizliği sorunu üzerine çalışmalar yapmak
zorundadır. Bu noktada sivil toplum örgütlerine ve üniversitelere gençleri
yoğun rekabet ve kriz ortamları içerisinde fırsatları yakalayabilecek donanıma
kavuşturma ve gelişen alanlara yönlendirme hususlarında büyük görevler
düşmektedir. Yapılacak projeler ile gençlerin iletişim becerilerinin gelişmesi,
uluslararası, kültürler arası, dinler arası çalışma ortamlarına uyumlu hale
gelebilmeleri için farklı gençlerle bir araya getirilerek düşünsel üretkenlik
faaliyetlerinin yürütülmesi sağlanmalıdır. Medyaya büyük görevler düşmektedir. Yalnızca
yazılı ve görsel medya değil sosyal medyada bu alanda katma değer sunabilecek
tüm kuruluşlar (devlet, sivil toplum, üniversiteler) için bir kanal olarak
etkin şekilde kullanılmalıdır. Genç başarı öykülerinin ön plana çıkartılması,
gençlerin de başarılı olabilecekleri algısının yerleştirilmesi sağlanabilir ve
gençlerin özgüvenlerinin geliştirilmesine katkı sunulabilir. Genç istihdamının
aksayan yönlerinin gündeme getirilmesi sorun üzerinde farkındalık
oluşturulmasını ve karar alıcıların doğru yönde harekete geçirilmesini sağlayacaktır.
Medya unsurları gençlerin faydalanabilecekleri ve kendilerini
geliştirebilecekleri fırsatlardan haberdar olmaları için bir kanal olarak
kullanılabilir. Bununla birlikte politika yapıcılar doğrudan hedefe odaklanan
çözüm önerilerine ağırlık vermeliler. Popülist ve şovenist yaklaşımlar ile
gençlerin üretkenliklerini söndüren, gelecek adına ümitlerini karartan devlet
kademelerinde yaygınlaşan torpil ve nepotizme asla imkân verilmemelidir. Adil
bir rekabet ortamı oluşturmak ve yetkinliklerine göre insanları fırsatlara
yönlendirmek devlet aygıtının en önemli ve öncelikli görevidir. İşverenlere
genç istihdamı çerçevesinde verilen teşvikler son derece gereklidir.
Üniversiteden yeni mezun çalışanlar istihdam eden işverenlere çalıştırdıkları
kişilerin sağlık sigorta primlerinin belirli oranda devlet tarafından –mesela
işsizlik fonundan- karşılanması düşünülebilir. Araştırma ve geliştirme merkezlerinde
genç mühendis istihdam eden firmalara vergi avantajı veya bu çalışanların
sigorta primlerinin devlet tarafından karşılanması uygulanabilir. Gençlerin
nitelikli ara elemanlar olarak piyasanın aradığı ve talep ettiği iş gücü haline
gelebilmeleri için iş dünyası ile ortaklaşa belirlenecek müfredat ile meslek
liseleri eğitim kaliteleri ve gelecek vizyonları geliştirilerek cazip hale
getirilmelidir. Son yıllarda ülke genelinde –köylerde dahil- her yerde
üniversite açılma çalışmaları yapılmaktadır ancak bunlar yalnızca kaynak israfı
değil umutlarla buralara yönlenen gençlerin israf edilmesi ile de
sonuçlanmaktadır. Yetersiz ve kalitesiz eğitim ile öğrencilerin yılları heba
edilmektedir. Her yere üniversite ve herkes üniversite mezunu olacağına iyi
derecede yabancı dil konuşma kabiliyetine haiz, alanıyla ilgili ülke ve dünya
gündemini en etkin şekilde takip ve analiz edebilen, üretken üniversite
mezunlarının yetiştirilmesine kaynaklar ayırılmalıdır. Liseden mezun olan ancak
herhangi bir üniversiteye yerleşemeyen öğrencilerin farklı eğitim kurumları
aracılığı ile yeniden sınavlara hazırlanmasının önüne geçmeye matuf olduğunu
düşündüğüm köy üniversiteleri ne yazık ki öğrencileri donanımsız olarak Türkiye
piyasasına potansiyel işsizler olarak sunmaktadır. 16 yıl boyunca her kademede
öğrencilere İngilizce dersi verilmesine karşın iyi derecede konuşabilen genç
son derece azdır. Bunca yıl eğitim ve buna ayrılan kaynak ile öğrencilerin bir
yıllığına yurt dışında yabancı dil eğitimi almaları sağlanması son derece makul
bir çözüm olarak görülebilir. Derslik, öğretmen, zaman, ders materyali maliyeti
yerine istekli öğrenciler için yurt dışı yabancı dil kursu imkânının sunulması
iyi derecede konuşma kabiliyetinin kazanılmasını sağlayacaktır.
En
önemli ve en büyük sorumluluk tabiidir ki gençlerin üzerindedir. Yukarıda
değindiğimiz gibi Türkiye iş gücü piyasasında yükseköğrenim gören gençler
arasında işsizlik oranı düşük ve orta eğitimli gençlere göre oldukça yüksektir.
Yani düşük ve orta eğitimli gençler şimdilik daha kolay iş bulabilmektedirler
diyebiliriz. Şimdilik diyoruz çünkü iki milyonu aşkın Suriyeli mazlum ve mağdur
insan, zalim diktatörden ve diğer terör unsurlarından canlarını kurtarmak için
kaçarak Türkiye’ye sığınmıştır. Bunların çoğunluğu da -700 bin civarı-
çocuklardan müteşekkildir ve ne yazık ki eğitimden yoksun durumdadırlar. Bu şartlar
altında istihdamın yapısının bozulması son derece muhtemeldir. Suriyelilere
oturma izni yanı sıra çalışma izni verilmesi kaçınılmazdır. Düşük ve orta
eğitimli gençler için de işsizlik riskinin önümüzdeki dönemlerde daha da
artacağı rahatlıkla söylenebilir. Bu çerçevede düşük ve orta eğitimli
gençlerinde iş hayatında aranan ara elemanlar olmaları için daha fazla gayret
göstermeleri gerekmektedir. Gençler her düzeyde kalifiye olmalı ve iş hayatına
geçiş yaptıkları ilk dönemlerde doğru tercihler yaparak sevecekleri ve ilgi
duyacakları, kendilerini geliştirebilecekleri alanlara yönelmelidirler. Erken
yaşlardan itibaren kendini tanımak eksikliklerinin ve güçlü yanlarının farkına
varmak ve bunların geliştirilmesi, iyileştirilmesi için çaba sarf etmek
gerekmektedir. Gençler hayatlarını akıntıya bırakarak orada savrulup gitmemeli,
bu akıntıya yön verecek mahiyette surlar ve bentler inşa etmeliler. Üretkenliği
ve gelişmeyi kökünden dinamitleyen, liyakat gerektirecek işlerin sadıklara
bırakılmasının önünü açan kayırmacılığa gençler asla tenezzül etmemelidir. Tanıdık
vasıtasıyla –liyakatı ve kabiliyeti olmamasına rağmen- bir noktada iş bulan
kişi yine aynı tanıdıkları aracılığı ile bir üst mevkie çıkabileceğini
düşünerek her hangi bir gelişmeye ihtiyaç duymayacaktır. Liyakatsiz çalışanlar tarafından doldurulan
devlet daireleri tüm ülkenin geleceğinin çalınmasının resmidir. Yükseköğrenim
okumuş olmak için değil dünyayı ve insan ilişkilerini daha iyi kavrayabilmek
için bir fırsat olarak görülerek, iş hayatı için sağlam karakter ve prensipler
geliştirilmelidir. Ancak bu yolla değişen dünya koşullarında istikrarlı bir
yere sahip olunabilir.
Sonuç
olarak küresel ekonomik sistem akıl dolu kurgular içerse de vicdandan son
derece uzaktır. Bundan dolayı da dönem dönem refahın artması ve düzelmeler olsa
bile mutlaka –en az on yılda bir- ekonomik kriz ve geriye düşüş yaşanmaktadır.
Bu dönemlerde de en çok gençler işsiz kalmakta veya iş hayatına hiç eklemlenememektedir.
İş tecrübesi olmayan ve işsiz kalan bir gencin önündeki alternatifleri son
derece kısıtlıdır. Küresel ekonomik sisteminin ve küreselleşme sürecinin tıpkı
güneşin doğması ve batması gibi dışında kalınamayacağı ve engellenemeyeceği
aşikâr olduğundan bu şartlarda neler yapılabilir, bunlara odaklanılmalıdır.
Hükümetler, devlet toplulukları, sivil toplum örgütleri, üniversiteler ve medya
derhal, bütünleşik ve etkin şekilde harekete geçmelidir.
5. KAYNAKÇA
Thomas L. Friedman, (1999), Küreselleşmenin
Geleceği Lexus ve Zeytin Ağacı,
Global Employment Trends for
Youth 2015, Scaling up investments in decent jobs for youth, ILO
World Economic
Indicators Database, www.worldbank.org,
World Bank
A.Utku Erdayı,
(2009), Dünyada Genç İşsizliği Sorununun Çözümüne Yönelik Ulusal Politikalar ve
Türkiye, s. 3-5.
İşgücü İstatistikleri, (2015), http://www.tuik.gov.tr, TÜİK.
Aslan Eren ve Bora Süslü, (2001),
"Finansal Kriz Teorileri Işığında Türkiye'de Yaşanan Krizlerin Genel Bir
Değerlendirmesi", Yeni Türkiye Dergisi, Sayı: 41, Yıl: 7, Eylül-Ekim, ss.
662-674.
Metin Toprak, (2001),
"Yükselen Piyasalarda Finansal Kriz", Yeni Türkiye Dergisi, Yıl: 7, Sayı:
42, Kasım-Aralık, s. 863-864.
Ercan Uygur, (2001),
"Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve Şubat Krizleri", Türkiye
Ekonomi Kurumu Tartışma Metni, 7 Nisan, s. 14-17.
[1] Fatih
Üniversitesi, Ekonomi Bölümü, 34500, Büyükçekmece / İstanbul, e-mail: ahmettugrul1988@gmail.com
Yorumlar
Yorum Gönder